köşemiz

Suriyeli Kadınlar: Komşularımız, Kız kardeşlerimiz…

Eylem KARAKAYA

Son yıllarda dünyada milyonlarca insan, yaşadıkları vatanlarından savaşlar ve yoksulluk gibi siyasi, ekonomik ve sosyal sebeplerle yabancı ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Türkiye, dünyada en fazla mülteciyi barındıran ülke konumunda. Nisan 2011’den bu yana, Suriye’deki iç savaştan Türkiye’ye sığınan, “geçici koruma” sağlanan Suriyeli kişilerin sayısı 2017 itibari ile 3 milyon 551 bin 78 kişiye ulaştı. Bu rakamın yüzde 50’sini kadınlar oluşturuyor.

Savaş nedeniyle zorunlu göç edenlerin sorunları, sığındıkları ülkede yaşayanlara göre daha fazla. Riskli grupta yer alan kadınlar ve çocuklar, Türkiye’de kaldıkları/konakladıkları mekanlar, toplu yaşam koşulları, gelir düzeylerinin düşük olması, dil engeli ve sağlık sigortalarının olmaması, düşük toplumsal statüleri ve geleneksel yaşam kalıpları nedeniyle bir çok hizmeti almakta güçlük yaşıyor. Bu duruma kurum ve insan gücü yetersizliği, kişilerin kültürel/toplumsal alışkanlıkları da eklendiğinde mülteci kadınların sorunları artıyor.

Yapılan bir çok çalışma göç eden, gelenekleriyle, dinleriyle, alışkanlıklarıyla farklı toplumlardan gelen, farklı dilleri konuşan ve kültürel pratikleri de oldukça farklı olan insanların kültürel olarak dillerinin ve kültürlerinin bazı unsurlarını en az birkaç kuşak boyunca koruduklarını gösteriyor. Çok farklı kültürlere sahip olan bu milletler aynı mahallede, ortak sorunlarla karşı karşıya kalıyor, şehirde kalış süreci uzadıkça ve hayat tarzları karşı karşıya geldikçe bir kısım sosyal gerilimler ortaya çıkıyor. Hem yaşam tarzının hem de zorunlu ve düzensiz göçün, yerinden edilmenin getirmiş olduğu sıkıntılar son zamanlarda bazı sorunların artmasına neden oldu. En önemli sorunlardan birisi Türkiyelilerin, mültecilerin ve sığınmacıların birbirlerine karşı ayrımcılık dili/davranışı göstermeleri. Mültecilik ve kadınlık  kesişmesinde ayrımcı dil/söylem ve çatışmacı davranışlar kadınları ve kız çocuklarını daha fazla etkiliyor.

Kadınların Kadınları Kadınlıklarıyla Ezmesi

Örneğin, Suriyelilerin temizlik anlayışındaki farklılıklar özellikle Türkiyeli kadınlardan eleştiri alıyor. Türkiyeli kadınlar, Suriyeli kadınların “kişisel bakımlarına verdikleri önemi, ev bakımına vermedikleri”ni söylüyorlar sıklıkla. “Bakımlı Suriyeli kadınlarla” Türkiyeli erkeklerin evliliklerine ilişkin birçok örnek ayrımcı söylemleri ve sosyal dışlamaları üretiyor ve var olanları yaygınlaştırıyor. Yine halkın geniş kitleleri tarafından “sürekli doğuruyorlar, hepsi geleceğin teröristi; savaş zamanı ne diye doğuruyorlar” gibi söylemler sıklıkla dile getiriliyor.
Özellikle mülteci kadınlara yönelik ayrımcı yaklaşımda erkek egemen söylem ve toplumsal cinsiyetçi yaklaşımının etkin olduğu görülüyor. “Kadına özgü roller” olarak öğrenilmiş, kanıksanmış kalıplar, temizlik, cinsellik, bakım üzerinden büyüyen bu nefret söylemi/ayrımcılık tekrar kadınlara zarar veriyor.

Kadınların “NEDENLERİ” Var

Bize yönelik, bizim dışımızda, kadınlığımız üzerinden geliştirilen ayrımcılık, eşitsizlik sınıfsal, ekonomik, ırksal, kültürel farklılıklarla birlikte daha da artmakta. Hem ayrımcılığı besleyen kadının hem ayrımcılığı yaşayan kadının davranışlarının altında nedenleri var. Dikkat ederseniz, üretilen nefret dilinin toplum içinde kadının varlığına yönelik üretilen ayrımcı dille aynı olduğu görülür.
Toplumların doğurganlık, temizlik, beden gibi konularda algılarına baktığımızda “kadın” üzerinden gelişen kavramlar olduğu ortaya çıkıyor. Oysa örneğin doğurganlık her toplum ve kültür için farklı anlamlar taşır. Doğurganlık düzeyi ve algısını toplumun kültürü, değerleri, inancı ve doğurganlığa bakışı, kadının kendi bedenini kontrol edebilme hakkı, gelenekler, monogami veya poligami olma durumları, fazla çocuğun aileye ekonomik desteği etkiliyor. Kimi toplumlarda doğurganlık kadının statüsünü artırırken bazılarında düşürüyor.
Sosyal dışlanmanın sebepleri arasında kültürel farklılıklar, dini inançlar, bölgenin kültürel dokusundaki değişimden mültecilerin sorumlu tutulması var. Türkiyelilerin mültecileri dışlama ve kabul etmeme eğilimleri, kentsel dönüşüm sonucu yerinden edilmelerin çıktıları olarak somutlaşıyor ve Suriyelilere yöneltiliyor. Gruplar arasındaki farklılıklar nefret söylemine ve kültürel aşağılamaya dönüşüyor.
İnsanlar kendi öğrendiği düzenin başka kültür ve kişilerce değişmesini/zarar görmesini istemiyor. Bu algıyı kadınlık üzerinden yaratanın eril sistem olduğu, kendi düzenini sürdürmek istediğini, bizlerin de özgürlüğümüz ve yaşamımız için buna karşı durmamız gerektiğini unutmamalıyız.
İhtiyacımız olan birbirimizi duymak, birbirimizle konuşmak, kültürlerimizi öğrenmek ve biz kadınların davranışlarının –maalesef- bağımsız olarak hayata geçmediğini kabul etmek. Artık ortak alanlarda ortak yaşamlar kurmak zorundayız. En önemli ortaklığımız “kadın olmamız,
kız kardeşliğimiz.”

Yok Birbirimizden Bir Farkımız

Evet, Suriyeli kadınlar yüksek doğurganlık hızına sahip. Bu bilgi ile Türkiye koşullarında özellikle kamp dışında yaşayan gebelerin, sağlık hizmetlerine erişimde zorlandığını, olumsuz şartlarda doğum yaptıklarını, doğum kontrol yöntemlerine ilişkin bilgi eksikliği ve doğum kontrol araçlarına erişimin zorluğunu tartışmamız gerekirken, biz başka bir yaklaşım sergiliyoruz.
2015 yılında Suriyeli kadınlarla yaptığımız çalışmada kadınlar çocuk doğurma nedenleri olarak; “erkeğin şanı, toprağın işlenmesi, işgücü gerekliliği” gibi nedenleri sayarken, dini inanışlarının gerekliliğini de vurguladılar. Çocuk sayısında daha çok erkeklerin söz sahibi olduğunu, çocukları erkekler için doğurduklarını ifade ettiler. Çocuk sayısında oğlan çocuğun etkisini; soyun devamı, malların devri, daha sonra onlara bakmaları için gerekli olarak yorumladılar. “Adamın çok çocuğu olursa, yani bu adam kuvveti yerindeymiş denir. Yani kadın için değil, erkek için önemli. Kadın çok doğurursa, kocası daha iyi demektir. Sultan gibi, muhteşem yüzyıldaki gibi…” (S, Arap, 43 yaş, lise, 4 gebelik)
Kadınlar, sahip oldukları çocuk sayıları konusunda pişman değillerdi ve daha çocuk doğurmak istiyorlardı. Savaş durumu da doğurganlıklarını etkiliyordu. Savaşa göndermek için de çocuk doğurmak istediğini ifade eden kadınlar mevcuttu. Ayrıca kadınlar, çocuğu olmayan bir kadının kocasının tekrar evlenmesini hoş görüyor ve destekliyorlardı.
Aslında Türkiyeli kadınlarla da yapılan bir çok çalışmada doğurganlık düzeyi ve algısının çok da farklı olmadığı, kendi yaşamını ve toplum içindeki statüsünü sürdürmek için (yani başkaları için) doğurduğu gerçeğini de unutmamak lazım.