köşemiz

Kıskaç Altındaki Kadın Bedeni ve Kadın Sağlığı

Aynaya baktığımızda gördüğümüz gerçekten biz miyiz? Yoksa bizim onayımız dışında şekillendirilen mi? Kadın doğduğu andan itibaren bedeni dışında başka bir şeydir.

Eylem Karakaya/Aktivist, Kış/2022, Sayı 9

Kadın olma hali sağlığa zararlı mı?

21 yıldır kadın sağlığı alanında çalışırken sık sık bu soruyu kendime sordum. Her çalışmanın ardından yaşadığımız sistemin bana verdirdiği yanıt “evet” oldu.

Kadınların ve erkeklerin sağlık düzeyleri farklıdır. Yaşam süresi açısından erkekler dezavantajlı; doğuşta beklenen yaşam süresi, erkeklerde 75,3 ve kadınlarda 80,7 yıldır. Hastalanma bakımında kadınlar dezavantajlı; cinsiyete göre üreme sağlığı hastalık yükü incelendiğinde; kadının hastalık yükü (%36.6), erkeğin yükünün (%12.3) üç katı olduğu görülür.«… kadın bir erkek gibi vücuttur; ama vücudu kendisinden başka bir şeydir.»

«… kadın bir erkek gibi vücuttur; ama vücudu kendisinden başka bir şeydir.»

Simone De Beauvoir

Aynaya baktığımızda gördüğümüz gerçekten biz miyiz? Yoksa bizim onayımız dışında şekillendirilen mi? Kadın doğduğu andan itibaren bedeni dışında başka bir şeydir. İnsanlara “kadın”ın onlara ne çağrıştırdığını sorsak bedene ait olmayan bir çok imge cevapları gelir. Zamana paralel şekillenen beden, bedenle ilgili durumlar (doğum, cinsellik, sağlık, hastalık, engellilik, güzellik, çirkinlik, gençlik, yaşlılık ve ölüm vb.), bedensel imaj toplumun değerlerinden ve beklentilerden ayrı değildir. Her kültür, insan bedeninin belirli özelliklerini öne çıkartmakta, bazılarını görmezden gelmekte hatta baskı altına alarak etrafında tabular yaratmaktadır. Özellikle kadın bedeni her zaman din/inanç sistemi, politikalar, şiddet, kapitalizm, ataerki, çalışma yaşamı, gelenek/görenekler, eşitsizlik gibi bir çok etkenle karşı karşıya kalmıştır (1,2).  

Kadın ve erkek bedeninde biyolojik farklılıklardan daha fazla kültürel anlamlar öne çıkmaktadır. Kadın ve erkek bedeninin gelişim sürecindeki değişimler (ilk adet kanaması, bekaret kaybı, gebelik, doğum, emzirme ve menopoz gibi) iki cinsiyet arasındaki farklılıklara ve ayrımlara yol açmıştır (3,4). Bu değişimlere tepkiler, kültürler arasında farklılık gösterse de iki cins arasında sınıflaşmaya neden olmakta; adet kanaması, kadın hastalıkları, doğum, çocuk bakımı gibi biyolojik yapıların esareti kadınları erkeklere (erke) bağımlı kılmaktadır (4,5).

Kadının bedenle olan ilişkisi büyük ölçüde globalleşen, kapitalizmin etkisindeki Batı kültürü tarafından belirleniyor. Bu kültürün bir ideolojisi olarak kadın bedeni, erkeğin denetimi altına alınması gereken sosyo-kültürel bir olgu olarak nesneleştirilmektedir. Kadın bedenine ilişkin bu yaklaşımın yaşanılan zamana, duruma, kültüre göre değişiklik göstermesine rağmen sürekli –tüketilmek üzere–yeniden üretildiği görülmektedir. 

Türkiye’de ve dünyada eril-muhafazakar söylem, kadınların bedenlerini ve cinselliğini kadınların kendilerine değil, topluma, aileye ve erkeklere mal eden anlayışa sahiptir. Bu bakış açısıyla toplumsal yaşamı düzenleme ve yeniden üretme hakkını kendinde gören hükümetler de, siyasi gücünü artırmak amaçlı bu yaklaşımı beslemektedir. Siyasi erk kürtaj, doğum kontrolü, doğacak çocuk sayısı, doğum şekli gibi konularda kadınların yasalarla elde ettiği hakların karşısına ahlak, günah, aile yapısı, toplumsal değerleri çıkarmaktadır. Kadın bedeni üzerinden yapılan politikalar, halen neoliberal çarkın gündeminde din ile etkileşime geçerek toplumun geniş kesimlerine yayılmaktadır.

Doğurganlık

Doğurma ve adet görme, insanlığın ilk dönemlerinden itibaren kadının sahip olduğu gücün doğal ifadesi olarak kabul edilmiş, fakat erkekler için bu durum ciddi bir endişe kaynağı olmuştur. Erkeklerin temel kaygısı, kadının sahip olduğu bu güçten kurtulmak, denetlemek ve kullanmak olmuştur (6). Cemal Bali kitabında erkek söyleminin (doğurgan olmayan, beslemeyen) kadınlara (besleyen ve doğuran) karşı saldırı ve hakimiyetinin kaynağının yaratıcılık olduğunu belirtmiştir (7). Tarihte kadın ve kadın bedeni kirlilikle, erkek bedeni ise kutsalla özdeşleştirilmiştir (5,8). Doğurganlığı nedeni ile yaşamın belirleyicisi sayılması gereken kadınlar, bu özelliklerinden dolayı denetim altına alınmaya çalışılmaktadır. 

Toplumsal yaşamın devamını sağlayan en önemli eylemlerden biri üremedir. Üreme eyleminde kadın gebelik, bebek bakımı ile özel alanda yapı taşıdır. Sistem özellikle anneliği ve doğurmayı kutsallaştırır; böylelikle kadın, bebeği yetiştirirken sistem kodlarının aktarımı ile sistemin devamını da ister istemez sistematik olarak sağlar.

Neoliberal muhafazakâr anlayış bunu koruma yoluna gider. Türkiye’de sermayenin tahakküm stratejileri kadın bedeninin kontrolü üzerinden yürüyor. Sermaye tahakkümü muhafazakarlıkla karşımıza getiriyor. Türkiye’de her sistem-iktidar bu durumu kullanmış ve kendi politikalarını aktarmıştır. 2003 yılından itibaren yoğun olarak yaşadığımız politikaların da sistemini görebiliyoruz. 

Kadın bedeni üzerinden yürütülen politikalar: 

Doğurganlığın kontrolü; 3 çocuk söylemi

Doğum kontrolünün kısıtlanması; AÇSAP’ların kapatılması, devlet tarafından ücretsiz verilmesi gereken doğurganlığı düzenleyen yöntemlere/hizmetlere erişim kısıtlaması

Kürtaj karşıtlığı; kürtaj cinayettir söylemi, kürtajın yasaklandığı haberleri

Sağlık politikaları; genel sağlık sigortası ve sağlıkta borçlanma, doğum paketi açıklamaları,

Doğumların şeklinin tartışılması; kadınların endikasyonu olmasına rağmen normal doğuma zorlanması

Adet kanaması

Kadın doğurganlığının tartışılmaz bir işareti olan adet kanaması, kadının kontrol altında tutulmasını amaçlayan en önemli uygulamalardan/hedeflerden biridir. 

Adet olmak, evren-kadın ilişkisinin en çarpıcı örneklerindendir. Ergenlikten menopoza kadar her ay kadının rahmi gebelik için/üretmek için hazırlanır ve rahmin iç tabakası bebeğe yataklık yapmak üzere kalınlaşır. Gelişimini tamamlayan yumurta hücresi döllenmediğinde tabaka, yerini bir sonraki ay gelişecek olan tabakaya bırakarak soyulup “adet kanı” olarak atılır. Kadınların adet döngüsü yaşamın kaynağına ve “sağlıklı” olmaya işaret etmektedir. Kadının üretkenliğinin fizyolojik olarak en belirgin göstergesi olan adet, fizyolojik bir olay olmasına karşın, adet kanının kirli olduğuna dair ataerkinin inşa ettiği 5 bin yıllık bir algı vardır. 

Toplumsal düzen, kanamayı/kanı hem kirli ve iğrenç hem de kutsal saymaktadır. Kadın bedeninin atığı olan adet kanı da, gösterilmesi yasaklanmış olan kan olma özelliğiyle toplumsal düzen için diğer bedensel atıklar arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Adet kanaması üstüne yapılan çalışmalar adet gören kadın bedenine gösterilen çeşitli kültürel tepkilerin ikircilliğinin altını çizmektedir (9,10).

Adet kanamasının nasıl adlandırılacağı, nasıl algılanacağı ve hatta nasıl yaşanacağına ilişkin mekanizmalar toplum tarafından geliştirilmiştir. Ataerkil sistem, toplumsal yaşam içinde kadınları bedensel özellikleri sebebiyle küçültüp, toplum dışına iterken yeniden üretim kapasitesi (doğurganlığı) nedeni ile yüceltmekte, anneliği kutsal kabul etmektedir. 

Kadınlar için yasaklar ve dışlama utanç duygusunu üretir. Adet kanaması toplumsal cinsiyetin de maddeleşmiş kadın bedeninin utanılan-saklanan hayatına aittir. 10-11 yaşlarından itibaren adet olan kız çocuğu için bu ikinci yaşam başlar ve erkeklerden saklanan, görünür olmayan, utanılacak, paylaşılmayacak bir sır konumunda yer alır. Kadınlar düzenli yaşadıkları bu süreçten utandıkları, saklamaları gerektiğine inandıkları için adet dönemine olumsuz anlamlar içeren isimlendirmeler (hastalık, kirlilik, anavatan kan ağlıyor, vişneli kız, kızıl sakal vb.) yapmıştır. 

Günümüzde sıklıkla kullanılan ped, tampon gibi ürünler kadın bedeni üzerinde tahakküm kuran bu sistem için ayrıca bir araç haline gelmektedir. Bu ürünlerin satışı ve vergisi için toplumsal cinsiyet kalıpları, adet kanının rahatsız edici olduğu, saklanması gerekliliği gibi argümanlar kullanılmakta, kadın metalaştırılmaktadır. 

Kızlık zarı-bekaret-namus

Bekaret, şimdi ya da geçmişte başkalarıyla cinsel temasa girmemekle tanımlanan insana özgü cinsel bir konumdur. Bekaret toplumlarda her zaman aynı amaçlara hizmet etmemiş, aynı şekilde algılanmamış ya da aynı cinsellik, cinsel aktivite ya da cinsel kimlik anlayışları üzerine durulmamıştır. Bekaret, ataerkil toplumların kendi elleriyle yarattığı somut bir dayanağı olmayan soyut bir kavramdır. Bekaret, zaman içerisinde toplumsal bir kurgu olmaktan çıkarılmış, temeli bedenimize atılmış, bireysel ve fiziksel bir olguya dönüştürülmüştür. Günümüzde bu kavram kadınlar için himen-kızlık zarı-doku ile vücut bulmaktadır. 

İlk cinsel ilişki kadın açısından korku yüklüdür. Bu korku yıllardır abartılarak anlatılan dokunun (kızlık zarı) “patlayacağı/yırtılacağı”, kontrol edilemez bir acı-kanama olacağı bilgisinden ve erkeğin-toplumun kendisinin bakire olup olmadığını “test edeceği” bir sınava girecek olmasındandır. Kapıda kadının kanını görmek için bekleyen bir kalabalık, kan gelmez ise vurulması-öldürülmesi, evden atılması, öteki-namussuz olması gereken bir kadın. Kadın için kapının her iki yanı da tehlikeli. Bu bilgiler kadınlara yeniden yeniden üretilerek nesilden nesile aktarılır. 

Her kadın için “ilk gece” korkusu vardır. Kadınlar bu korkuyu paylaşarak, kendi “el değmemiş” “namuslu” olduklarını göstermek zorunda hissederler.  Ona dayatılan bu öğreti ile ataerkil sistem diğer kadınları da böylece kontrol altında tutabilir. Toplum bu “ilk gece”yi sadece kadın için geçerli kılar. “İlk, özel” gibi değer yüklü kelimelerle kadınları “değerli (?)” kılmaya çalıştığını savunur.

Toplumun genel olarak kadınlardan evlenmeden önceki beklentileriyle (koru-kolla?), evlendikten sonraki beklentileri (“kocanı memnun etmek için seviş”) uyuşmamaktadır. Kadınların evlenmeden önce bakire olması (“vajinal birleşme yaşamamış olması”) beklenir. Bu beklentinin gerçekleşmesi için her kültür/toplum yeni argümanlar (“kahve içerseniz, limon yerseniz, ata binerseniz, yüksekten atlarsanız, bisiklete binerseniz, ağır kaldırırsanız… kızlık zarınız/bekaretiniz bozulur”) oluşturur. Bunları korku unsuru olarak sürekli nesillere aktarır. Bu yargılarla yetişen kadınlar, cinsel ilişkilerini isteksiz, korku ile yaşarlar.

Tıp bilimi ve kapitalist sistem bu süreci kendi çıkarları için destekler (doku gerçeğini paylaşmaz, kızlık zarı diktirme-vajinaplastiden para kazanır, bekaret muayenesi yapar). 

Cinsellik

Tüm bunlarla kodlanan kadınlar mevcut cinsel yaşamla barışık değil; cinselliğin biyolojik süreçlerine daha mesafeli; her zaman bütünsel bir yaklaşımı zorluyorlar; ilişkilerinde odak sevgi-şefkat-arzu oluyor; bedeniyle ilişkisi mesafeli; kendisine biçilen bedeni oluşturmaya çalışıyor, beden imajı sorunlu; kadınlar için cinsellik namus, bekaret, gelenek ve gelecek demek. 

Kendine biçilen rolleri harfiyen uygulamanın sorumluluğunda yaşıyor. 

Evlilik içinde yaşa

Ayıp-Günah

Kocana hayır deme

Sen talep etme, ağır kadın ol

Her zaman hazır ol (kocan için)

Beden imajı/memeler

Tanrıça Kibele’nin üç memesi toprağı, havayı ve suyu yani doğayı ve yaşamı doğurup beslediği yönünde simgeleşmiştir. Mısır’ın süt tanrıçaları İsis ve Hather ise hem dünyayı koruyan hem de doyurandır. Antik dönemde bereket ile anlam bulan memenin gerçek işlevi unutuldu. Modanın ve cinselliğin bir objesi, oyuncağı, dekoru oldu. Kadının bereketi unutuldu, erkek gücüne ve iktidarına teslim edildi. Öyle ki meme demenin “ayıp” olduğu bu dünyada memelerimiz sütyen, estetik ameliyatlarla başkaları için kazanç kapısı olmada ilk sıralarda yer alıyor. 

Kadınlar için memelerinin ve tüm bedenlerinin anlamı, onu deneyimleyişlerindeki bütünsellik ile ataerkil sistemdeki sığ, kadın bedenine ve kişiliğine bir tür hakaret ve şiddet olan, görünüşe dayalı, nesnelleştirici ve metalaştırıcı beden algısı arasında büyük bir fark vardır. 

Ne yapalım?

Bu beden bizim. Bedeni tanıma, onu koruma, gerçekten ne istediğimizi bilme ve ifade etme hakkımız var. Birlikte konuşalım, bedene yönelik söylenen yapılan her şeyi sorgulayalım, biz karar verelim, biz talep edelim.  

Sahip olduğumuz bedene, sağlığa ve haklarımıza sarılalım. 

İnadına kadınım, politik kadınım, kadın olduğum için kadınım….

Kaynaklar

  1. Carol Delenay, Tohum ve Toprak, Çev.: Selda Somuncuoğlu, Aksu Bora, İletişim Yayınları, İst. 2001 s.44; 
  2. Odabaş, Sevim. (2005). “Modern Beden Kültüründe Güzellik Salonlarının Yeri: Ankara Örneği”, Toplum ve Bilim, Sayı:104, ss.153-181.
  3. Mead, Margeret, Male And Female, Victor Gollancz Ltd., 4. İmnression, July 1950
  4. Firestone Shulamith, Cinselliğin Diyalektiği, Çev.: Meral Gaspıralı, Cep Kitapları, İstanbul, 1995
  5. Hepşen, Ö. Tevrat, İncil ve Kuran’ı Keim’de Kadın Bedeni, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2010
  6. Campbell, Joseph, İlkel Mitoloji, Çev.: Kudret Emiroğlu, İmge Kitapevi, 2. Baskı, Ankara, 1995
  7. Akal, Cemal Bali, İktidarın Üç Yüzü. Dost Kitapevi, İstanbul, Şubat 1999).
  8. Özarslan, A. D. Kırmızı Kar Toplumsal ve Kültürel Açıdan Ay Hali, Bağlam Yayıncılık, 2004
  9. Bilgin, Rıfat, Geleneksel ve Modern Toplumda Kadın Bedeni ve Cinselliği, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:26 Sayı:1 s:219-243, Elazığ, 2016, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/206041.
  10. Delaney, Janice ve ark. The Curse A Cultural History Of Menstruation, A Mentor Book, New York, 1976.