köşemiz

Annelik

Mayıs ayında karşımıza “anneler günü” gündemi çıkıyor. Kafamda sürekli sorular; kutsal mıdır, kadınlığı şekillendirmek için dayatma mıdır, doğal/içgüdüsel midir, öğrenilen midir?

45 yaşımdayım ve kendi cevaplarımı sizlerle paylaşmak istedim.

Biyolojik olarak kadın olanlar için bebeklikten itibaren oyuncaklarla başlayan bir “annelik” öğretisi var. Kız çocukları için alınan bebekler, bebeği beslemek için diğer oyuncaklar vs. Ve tüm bunlar ergenlikte kadınlık kalıplarının pekiştirilmesi sonucu gençlik döneminde artık “yuva kurma”ya varır. Hadi oyunla öğrendin, şimdi gerçeğini yap. Genç kadını o zamana kadar hazırlayan ciddi bir düzen vardır; romanlar, masallar, sinema, komşular, okul. Yuvan olsun, bir kızın bir oğlun olsun. Ve o soru gelir, “biyolojik saatin başladı mı?”, “ne zaman çocuk yapacaksın?”. Yani beden hadi anne ol, hadi doğur diyecek. Gerçek bu mudur?

Biyolojik olarak kadın olan kişilerin üreme organlarını kullanarak istediklerinde üremeleri yaşam içindeki bir unsur. Tüm memeliler için geçerli bu, yaşam döngüsünün devamı için bu yeteneğe doğuştan sahibiz. Kediler, köpekler, inekler gibi. Doğurmak her memelinin yapabileceği bir eylem. Doğurma eylemine bir saat, zaman yükleme çabası aslında işi zorunlu hale getirmenin bir yolu. Biz kadınların sahip olduğu kadınlık hormonu östrojen “hadi anne olalım” demiyor. Veya ergenlikten (üreme yeteneği kazandıktan) menopoza kadar buna sinyal olacak büyük değişikliğe uğramıyor. Kadının yumurtlama gününde yumurtasının yeteri kadar ve sağlıklı spermle buluşması sonucu oluşan gebelik ürünü olan bebek (insan yavrusu) doğal bir sonuçtur. Ama doğduğundan itibaren anne olmaya hazırlanan kadın bir işaret bekler bedeninde, işaret bedende değil toplumdadır. Sistemin söylediklerindedir. Ona kadınlığını anne olarak ispatlaması öğretilir. Anne olmazsan eksik olacaksın diye öğretilir. Anne olmayanlar eksik midir, kadın değil midir? Gayet de kadınım ve bir insan olarak tamım.

Ataerkil sistem, toplumsal yaşam içinde kadınları bedensel özellikleri sebebiyle küçültüp, toplum dışına iterken (adet olmaya hastalık diyerek, cinselliği yasaklayarak, gebe iken ayıplayarak, menopozda eksik görülmesi ile) yeniden üretim kapasitesi (doğurganlığı) nedeni ile yüceltmekte, anneliği kutsal kabul etmektedir. Bir taraftan kadını annelik ile kutsayan bu toplum kadını cinsiyeti nedeni ile öldürmeye, örselemeye, şiddet uygulamaya devam eder. Annelik ile kadını elinde tutmak ve yönetmek derdindedir çünkü.

Annelik kadın bedenine hükmetmenin de bir yoludur. Eril sistem anneliğe erişim için bizim önümüze birçok yargı koyar. Evlenip anne olacaksın, doğuracaksın anne olacaksın ama bakımlı olacaksın, anne olup emzireceksin, anne olduğunda kocanı elinde tutacaksın -çünkü cinsel açıdan daha çok çalışacaksın. Anne olmak için hangi yöntemi kullanacaksın? Sezaryen mı, normal doğum mu? Bir dönem “vajinan bozulmasın” ( bozulan bir vajinamız mı var?) sezaryen olunması pompalanırken, şimdi doğurganlığımızı artırmak için “anneliği hissetmek için normal doğurmalısın” diyorlar. Çocuk sayısı üzerinden kadınlığımızı ve annelik becerimizi ölçüyorlar.

Sistem “iyi anne, fedakâr anne, sabırlı anne” gibi yüklemelerle kendisi için aktarıcılar yaratmaya başlar. Üretilen tüm bu kalıplar, kadının tükenmesine hizmet eder. Ayrıca kadını kendi kapitalizminin önemli bir tüketicisi de yapar. Anne olmak, iyi anne olmak için birçok yan ürünü kadına mecbur tutar.

Annelik sistemin ideolojisini gelecek nesillere aktarmak için en kısa ve kolay yollarından biri. Üreme yetisinden, hamileliğe, doğumdan, çocuk bakımına kadar pek çok alan aynı zamanda tüketim piyasası için paha biçilmez alanlar olarak tanımlanmaya başlamaktadır. Ataerkil toplumda kadına verilen toplumsal roller (çocuğa bakacaksın, evde olacak ve eve bakacaksın, çocuğu yetiştireceksin) nedeni ile sistem kadını kendi militanı olarak görür. Bu yargıyı aile kavramı ile pekiştirerek kamusallaştırır. Tüm sistem bunun üzerinde inşa edilir. Annelik böylelikle cinsiyet eşitsizliğinin üretilmesinde, kadınlık kimliğinin ötekileştirilmesinde ve cinsiyet rollerinin dayatılmasında önemli bir araç olmuştur.

“Anne sevgisi” kavramı, olayı duygusal bir bağlama taşıyıp; kadının çocuğuna iyi bakması, tüm sevgisini vermesi, emzirmesi ve saçını süpürge etmesi gibi eylemlerle kadına bir rol yüklemektedir.

Bir çocuğun yetişmesine, büyümesine katkı sunabilirim, onunla sevgimi paylaşabilirim. Bu benim insan olmamdan kaynaklı talebim olabilir. Bu beni ne kutsal yapar, ne fedakâr yapar, ne de üstün yapar. Bunun için doğurmam da gerekmez.

İnsanım, kadınım. Ben bunlarla güçlüyüm.

Leave a Reply