Memenin İki Yüzü: Cinsel Meta ve Kanser Gerçeği Arasında
Meme, tarih boyunca hem besleyici hem de cinsel bir simge olarak algılanmıştır. Antik dönemden bu yana, doğurganlığın ve bereketin sembolü olarak kabul edilmiştir. Ana Tanrıça Kibele’nin tasvirlerinde anaç, hamile ve üç memelidir; göbeğinin üstünde bulunan üçgen sembol, doğurganlığın kutsallığını işaret eder. Üç memesiyle toprağı, havayı ve suyu emzirdiğine inanılır. Bu üç element, yaşamın kaynağını simgeler: doğa, yaşam ve kadın bedeni birbirine bağlıdır.
Ne var ki, modern çağda memenin bu bereket ve yaşam simgesi anlamı giderek unutulmuştur. Anne sütüyle yaşamı sürdürme işlevi, memeyi biyolojik olarak hayati bir organ haline getirirken, toplumsal ve kültürel kodlar onu giderek bir cinsel obje haline getirmiştir. Moda, medya ve reklamcılık, kadının bereketinden çok, bedeninin “görsel değeri”ne odaklanmıştır. Kadının doğurganlığı ve üretkenliği, erk egemen güç yapısına teslim edilmiştir.
Günümüzde medya, reklam ve sosyal medya platformlarında meme sıklıkla cinsel bir meta olarak sunulmakta, bu durum kadın bedenine dair algıları ve toplumsal beklentileri şekillendirmektedir. “cinsellik satar” yaklaşımı, bedenin pazarlama diliyle iç içe geçmesine neden olur. Bu durum yalnızca bireysel beden algısını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarını da pekiştirir (Gill, 2008). Kadınların kendi bedenlerinden memnuniyetsizliği, medya tarafından yaratılan “ideal beden” mitleriyle birleşerek beden kaygılarını artırır (Wolf, 1991).
Dayatılan “ideal meme” –büyük, küçük, dik, dolgun, sarkık– her dönemde değişir. Ancak asıl sabit kalan soru şudur: “Hangi meme ideal?”
Daha da tuhaf olan, insanların “meme” diyememesidir. Öylesine metalaştırılan bu organın adı bile günlük konuşmalarda “göğüs”e dönüşür. İlköğretim çağındaki çocuklarla yaptığımız cinsel eğitim çalışmalarında, çocukların en çok güldükleri kelimenin “meme” olması rastlantı değildir. “Neden gülüyorsunuz?” diye sorduğumuzda, çoğu çocuk “ayıp” yanıtını verir.
Yani: Örttüğümüz, adını bile söyleyemediğimiz, ama piyasa için dev bir pazar (görüntüsüyle, sütyeni ile, estetiği ile) haline getirilen bir organ söz konusudur.
Öte yandan, “meme kanseri” gibi somut bir sağlık gerçeği, kadın yaşamında önemli bir tehdit olmaya devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her sekiz kadından biri yaşamı boyunca meme kanserine yakalanmaktadır (WHO, 2023). Türkiye’de de meme kanseri, kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Dahası, son yıllarda 20’li yaşlardaki kadınlarda da görülme sıklığı artmaktadır. Bu durum, toplumsal meme algısı ile sağlık bilinci arasındaki çelişkiyi daha görünür kılar.
Medyada sürekli cinsel obje olarak sunulan memeler, kadınların kendi sağlıklarıyla ilgili farkındalıklarını gölgeleyebilir. Bazı araştırmalar, bedenin cinselleştirilmiş imgelerle sunulmasının, kadınların kendi memelerine dair farkındalıklarını azaltabileceğini ve tarama kontrollerine yönelme motivasyonunu düşürebileceğini göstermektedir (Fredrickson & Roberts, 1997).
Meme kanseri yalnızca bir tarama meselesi değildir. Tedavi süreci, özellikle mastektomi (memenin alınması) sonrası kadınlarda derin bir bedensel ve kimliksel sarsıntı yaratır. Ameliyat sonrası kadınlar genellikle şu sorularla baş başa kalır:
“Normal görünüyor muyum?”
“Eksik miyim?”
“Eskisi gibi mi olacağım?”
“Beni beğenecekler mi?”
“Güzel görünecek miyim?”
Bu sorular, yalnızca estetik değil, varoluşsal bir düzeydedir. Kadınlar için memelerinin ve bedenlerinin anlamı, kişisel deneyimlerinin bütünselliği içinde şekillenir. Ancak ataerkil sistemde kadının bedeni, görünüşe dayalı, nesnelleştirici ve metalaştırıcı bir algının nesnesi haline gelir (Bartky, 1990).
Bedenin cinselleştirilmesi ile sağlık bilincinin çakışması, kadınlar için çelişkili bir deneyim yaratır. Meme kanseri tedavisi gören kadınlar, yalnızca fiziksel sağlıkla değil, aynı zamanda toplumsal algılar ve kendi beden imajlarıyla da mücadele ederler. *Pembe Kurdela* gibi farkındalık kampanyaları, meme kanseri konusunda bilinç artırmayı amaçlasa da, bu kampanyaların sunuluş biçimi bazen memeyi yeniden cinselleştirici bir bağlamda ele alabilir (King, 2006).
Sonuçta meme, hem cinsel obje olarak pazarlanması hem de hayati bir sağlık organı olması nedeniyle iki farklı algı arasında sıkışmıştır. Toplumsal cinsiyet normları ve medya temsilleri, kadınların kendi bedenlerini algılamasını etkilerken, meme kanseri gibi ciddi sağlık risklerini fark etmelerini de gölgeleyebilir. Bu nedenle medya, eğitim ve sağlık farkındalığı programları, memeyi hem sağlık hem de bireysel bütünlük açısından dengeli bir şekilde ele almalıdır. Kadınların hem bedenlerini sahiplenmeleri hem de sağlıklarını koruyabilmeleri için, bedenin doğallığını utanmadan, gizlemeden ve korkmadan konuşabilmek gerekir.
Kaynakça
Bartky, S. L. (1990). “Femininity and Domination: Studies in the Phenomenology of Oppression”. Routledge.
Fredrickson, B. L., & Roberts, T. A. (1997). Objectification Theory: Toward Understanding Women’s Lived Experiences and Mental Health Risks. “Psychology of Women Quarterly, 21”(2), 173–206.
Gill, R. (2008). Empowerment/Sexism: Figuring Female Sexual Agency in Contemporary Advertising. “Feminism & Psychology, 18”(1), 35–60.
King, S. (2006). Pink Ribbons, Inc.: Breast Cancer and the Politics of Philanthropy. “University of Minnesota Press”.
Wolf, N. (1991). “The Beauty Myth: How Images of Beauty Are Used Against Women”. HarperCollins.
World Health Organization (2023). “Breast Cancer: Key Facts”


Leave a Reply